27 Ağustos 2010 Cuma

Kütahya'nın Diğer Kültürel Değerleri


1-KÜTÜPHANELER:


1.1.VAHİTPAŞA İL HALK KÜTÜPHANESİ:

Daha önce Osmanlı döneminden kalma eserler bölümünde bilgi verilmişti.


1.2.BELEDİYE MUSTAFA HAKKI YEŞİL KÜTÜPHANESİ:

Ressam Ahmet Yakupoğlu Bey' in tabiriyle "Kütahya' nın yetiştirdiği en cömert evladı..." sağlığında şehir için bir "ayaklı kütüphane" idi. Vefatında bu malumatı meraklılarına bir arşiv olarak bırakabilmiş nadir kimselerden. Yirmi bini aşkın kitabına Türkiye' den on bir vilayetten çeşitli kurumlar talip olmuş. Tam bir kültür ve ihtisas kitapları kolleksiyonu. Amerika Chicago Üniversitesi' de kütüphaneye talip oluyor ve Mustafa Hakkı Yeşil Bey' in önüne açık çek konuyor. Rahmetli: "Kütahyam" diyor. "Benim ismim orada yaşasın" Bugün bu kütüphane Kültür Sarayının bir bölümünde güzel sanatlar galerisinin üst katında hizmet veriyor. Bilhassa üniversite öğrencileri buradan ziyadesiyle istifade ediyor.


1.3.100.YIL ÇOCUK KÜTÜPHANESİ:

Vahit Paşa kütüphanesinin bir bölümü çocuklara ayrılarak yapılmış bir kütüphane.


1.4-TAVŞANLI ZEYTİNOĞLU KÜTÜPHANESİ:

Zeytinoğlu ailesi tarafından oluşturulmuş, Türkiye çapında nadir el yazma eserlerin de bulunduğu kıymetli bir kütüphane. Bunların dışında ayrıca: Gediz, Simav, Emet, Şaphane, Altıntaş, Dumlupınar, Domaniç, Demirciköy, Çitgöl' de de birer kütüphane mevcuttur.


2.MÜZELER:


2.1.KÜTAHYA ARKEOLOJİ MÜZESİ:

Kütahya Arkeoloji Müzesi Cumhuriyet Caddesinin eski kent bölümünde Ulu Cami yanında yer alır. Halk arasında Vacidiye Medresesi olarak bilinen yapı, günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Kitabesinden 1314 yılında Germiyanoğularından Umur bin Savcı tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. 1955-1957 yılları arasında restore ettirilerek, 1965 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır. Kesme taştan yapılan Portali, Selçuklu sanatının özelliklerini taşımaktadır. Müzedeki teşhir edilen eserler, kronolojik sıraya göre düzenlenmiştir. En erken döneme ait eserler, Burdur-Hacılar' dan, "Geç kalkolitik döneme" (M.Ö. 5500-3200) ait boya bezemeli seramiklerdir.

Diğer vitrinlerde de il sınırları içinde gerçekleştirilen kazılardan ve yöreden elde edilen Eski Tunç, Hitit, Frig, Hellenistik ve Bizans çağlarına ait seramik, cam ve madeni eserler sergilenmektedir. Eyvan' ın sağındaki büyük odada Roma dönemine tarihlenen heykeltraşlık örnekleri ve terra kotta (pişmiş toprak) eserler sergilenmektedir. Eyvan da kilimler, Kütahya yöresi kadın ve erkek kıyafetleri, oyalar ile solundaki odada XIV.yy' dan günümüze kadar İznik ve Kütahya' da yapılmış çinilerin en güzel örnekleri sergilenmektedir. Ayrıca salonda Pers, Roma, Bizans, Avrupa ve Osmanlı sikkeleri teşhir edilmektedir. 1990 yılında Çavdarhisar' daki bir kazıda bulunan Amazonlar Lahdi de müzenin en güzel eserlerinden birisidir. Müzede kapıları avluya açılan dokuz küçük oda mevcuttur.


2.2.KOSSUTH EVİ (Macar Evi):

Kütahya müze müdürlüğüne bağlı bir müzedir. Geniş cephesi avluya bakan üç katlı bir binadır. Binadaki odaların her birinde yerli dolaplar, yüklükler, şömine, oyma şerbetlik ve raflar vardır. Orta kat kışlık olarak kullanıldığı için odaları basıktır. Cümle kapısı üzerinde ahşaptan zarif bir köşk vardır. 18.yy' da yapılmış tipik bir Kütahya evidir. Osmanlı devletine sığınan Macar Kral Naibi Lajos Kossuth 1849-1951 yılları arasında burada ikamet etmiştir. 1972 yılında Kültür Bakanlığınca kamulaştırılan ev, onarılmaya başlanmış ve 1982 yılında Türk-Macar dostluğunun bir nişanesi olarak "Kossuth Müzesi" olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır.


2.3.DUMLUPINAR BAŞKOMUTAN MİLLİ PARKI:

Kurtuluş savaşımızın en önemli safhasının geçtiği, en şiddetli, en kanlı çarpışmaların yapıldığı, düşmana son ve en şiddetli darbenin vurulduğu yerler...

Adatepe' de mevzilenmiş düşmana 26 Ağustos sabahı başlatılan büyük taarruz ve 30 Ağustos günü Başkomutan Meydan Muharebesi ile düşmanın bütün umutlarının sönerek kaçmaya başlaması...

Binlerce vatan evladının canları, on binlercesinin kanları pahasına; toprağı bayrak rengine boyama pahasına kazanı1an büyük zaferin gerçekleştiği, düşmana unutamayacağı bir dersin verildiği, savaş sanatının yalnız Yunan'a değil, tüm dünyaya öğretildiği yerler...

Milletimizin, vatanımızın kaderinin çizildiği günlerin anısına bugün o mübarek yerlerde, o büyük günlerin hatırasını yaşatacak, gelecek nesillere aktaracak anıtlar yükseliyor. Meçhul asker anıtı, şehit Baba-Oğul anıtı, Başkomutan Milli Parkı, Zafertepe-Çalköy Askeri Müzesi...

Birde ; Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Çakmak Paşa, İsmet Paşa' nın Büyük Taarruz öncesi Çalköy' de ''masa'' olarak kullandıkları kağnı...

Birer ibret sahnesi olarak ziyaretçilere, o günlerde yaşadıklarını sessiz bir lisanla anlatıyorlar. Bazen susmak, kelimelerin anlatamadığını anlatmak, dillerin ifadeden aciz kaldığını hissettirmekte en kesin yoldur.


3.KÜTAHYA VE MUSİKİ:

Geçmişte çok sağlam musiki temelleri bulunan, her devirde o devre ait zevkin ve anlayışın messeseleştiği sanat merkezlerinden biridir Kütahya. Dün olduğu gibi, bugün de bir ibadet vecdi içinde güzel sanatları ve bilhassa musikiyi, günlük hayatın vazgeçilmez bir unsuru saymakta ve onunla iç içe yaşamaktadır. Kütahya' da musiki, gösterişten, depdebeden uzak, iddiasız, sade, fakat o derece de içten, samimi bir havada icra edilir. Sanki musikiyle birlikte bir ibadet huzuru gönüllere sinmiş gibidir. Geçmişten gelen, her biri paha biçilmez nitelikte kıymetli olan atalar mirası eserler; Türkiye' nin pek çok yerinin aksine hala çalınan söylenen, dinlenen... Kısaca yaşanan bir bahar iklimidir Kütahya' da. Üstatlardan yeni nesillere büyük bir edep, erkan, saygı, hürmet, muhabbet halesi halinde ulaştırılır. Kıymetinin bilindiğine hiç şüphe yoktur. Çünkü rikkatli gönüller öğrenme çabası içinde dikkat, gayret ve sebatla senelerini bu işe hasrederler. Osmanlı sarayına sayısız bestekar gönderen Kütahya toprağı, bugünde yalnız Kütahya çapında değil, Türkiye çapında müzisyenler yetiştirmeye devam etmektedir. Bir dağın eteğinden sessiz sedasız çıkan arı-duru kaynak sularının yokuş aşağı şırıl şırıl ses vermeye başlamaları gibi, senelerce kendi halinde sabır, sebat gayretle çalışan gönül erlerinin, bir koro içinde yer alıp ses vermeye başlamaları, gönülleri hoşnut eder, su gibi mütevazi halleri insanımızın gönlünde muhabbetleri arttırır. Geçmişten çok az örneği kalan, tükenme riski ile karşı karşıya olan bir kısım klasik sazlarımızın Kütahya' da imal edildiğini duymak sizi şaşırtmasın. Atalarımız, "Aşk olmadan meşk olmaz'' demişler. Ya aşk varsa... Eğer Kütahya' da bir musiki ziyafetine katılmak bahtiyarlığına erişmişseniz, "Aşk'' ile neler yapılabildiğini bizzat görme imkanına kavuşmuş bahtiyarlardan sayabilirsiniz kendinizi... Burada, birçok kültürel alanda olduğu gibi musiki alanında da bitmez tükenmez gayret ve himmetinden dolayı ressam Neyzen Ahmet Yakupoğlu Bey' e yine ve memnuniyetle arz-ı şükran etmek makamındayız. Bu yolun yolcusu diğerlerine de...


4.KÜTAHYA EVLERİ:

Tarihi Kütahya evlerinin çoğu bahçelidir. Bahçelerinde çiçeklerle meyve ağaçları birbirini tamamlar. Sarmaşıklar, Gülfatmalar, Hanımellleri arnavut kaldırımlı taşlı sokaklara dökülür. Yaz başlangıcında bu bahçelerden yükselen leylak kokusu insanı kendinden geçirir. Bahçelerde tadı ve kokusuyla Kütahya' ya mahsus "Hüsnü -Yusuf'' armudu yetişir. Çok lezzetli ve sulu bu armut, dallarında salıncak kuran çocukların kucağına düşer. Son baharda Sultanbağı bahçelerinde yetişen yine Kütahya' ya mahsus "Gelincik elması" da elmalar içinde adından söz etmeye değer bir meyvedir. Gelincik elmasının şifalı olduğuna inanılır. Konak tabir edilen üç katlı, geniş cepheli, bir dönemin kültür birikimi olan ve zaman ve mekanın iç içe estetik görünüm kazandırdığı evlerde ahşap işçiliği zirveye çıkmıştır. Özellikle odalardaki dolaplar, pervazlar, tavan göbekleri çok seçkin bir zevkin izlerini taşırlar. Odalar insana ferahlık verir. Bu evlerin en büyük mimari özelliklerinden birisi de mevsimlere göre odaların bulunmasıdır. Kışın kullanılan odalar genellikle orta katta olup kolay ısınması için alçak tavanlı yapılmışlardır. Bir üst kattaki odalar ise, sıcak yaz günleri için rahat, havadar serin mekan ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Cumbalar, bu evlerin sokağa açılan dünyalarıdır. Ağaç payandalı evlerden komşu kadınlar birbirlerine söz atarlar.Kütahya evlerinin yan yana gelmesiyle oluşan dar sokaklar, uzun perspektif içinde uzar giderler.Cumbalar, ağaç payandalar, kafesli pencereler, kabartmalı kapılar, çeşit çeşit ağaç, madeni tokmaklar, geniş saçaklı evler, geçmişten yarınlara uzanan bir köprü gibi durular.


5.EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDE KÜTAHYA:

Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi Osmanlı coğrafyasında ayak basmadık yer bırakmamıştır. O' nun Kütahya' ya gelişi 1662 yılına rastlar. Evliya Çelebi, Kütahya hakkında bilgi verirken, Kütahya kalesinden bahseder ve kalenin 70 burcu ve üç giriş kapısının bulunduğunu belirtir. Kendisinin Kütahya' yı ziyaret ettiği 1662 tarihinde 34 Müslüman Mahallesi ile üç Ermeni ve iki de Rum Mahallesi olduğundan bahseder. Toplam yedi bin ev yetmiş yedi saraydan oluşan şehirde en büyük sarayın Ali Paşa Sarayı olduğu belirtilir. Bu sarayın 360 odası, divanhanesi, avlusu ve bahçesiyle gayet ihtişamlı olup, 40 muhafız tarafından korunduğu anlatılır. Hemen bütün köşk ve saraylar Sultanbağı' ndadır. Önceleri çok daha bakımlı olan bu semt, Celali Karayazıcı ve Arap Said' in zulmü sırasında yerle bir edilmiştir. Şehrin doğusundan batısına doğru uzanan Kapan Deresi'nin her iki tarafı, kat kat konak ve bakımlı bahçelerle süslüdür. Bugün üzeri kapatılarak geniş bir cadde haline gelmiş olan bu derenin o dönemin en gözde mevkilerinden olduğu anlaşılmaktadır. Yine seyyahımızın belittiğine göre şehirde o zaman 11 camii, 21 mescit vardır.Camilerin en büyüğü, yapımına Yıldırım Beyazid zamanında başlanan Ulu Camii' dir.Daha sonra büyüklük sırası ile Takvacılar ve Karagöz Paşa camilerinden bahseder. Bunun dışında üç Ermeni ve iki Rum kilisesi mevcuttur.


6.KÜTAHYA' LI SUNULLAH GAYBİ VE HÜDA RABBİM RİSALESİ:

14. yy' dan itibaren Kütahya' nın ebedi ikliminde yetişen şairler arasında Gaybi Sun'ullah Efendi önemli yer tutar. Halk arasında ''Hüda Rabbim Sultan'' diye bilinir. 1615-1620 yılları arasında dünyaya geldiği sanılmaktadır. Şeriat ve tarikat kaidelerini ve esaslarını baba ocağı (lda alan Gaybi) öğrendikleriyle yetinmeyerek İstanbul' a gider (1649). Zamanın tanınmış mürşitlerinden Aksaray oğlanlar dergahı Şeyhi ibrahim Efendiye intisap eder. Çilesini tamamladıktan sonra O' nun halifesi olur. 1665 tarihinde mürşidinin vefatı üzerine Kütahya' ya döner. Dedesi olan Merkez Efendi halifelerinden, "Kalburcu Şeyhi'' olarak bilinen Pir Seyyit Ahmet Beşir Efendi Dergahında halkı irşada başlar.

Kütahya'da Çinicilik ve El Sanatları


1-KÜTAHYA VE ÇİNİCİLİK:


Kütahya’ nın sembolü olan ve onu bütün dünyaya tanıtan çinicilik, önemli bir sanat kolu olmanın yanı sıra, Kütahya’ da aynı zamanda bir geçim kapısıdır. Geçmişi Friglere kadar uzanan seramik yapımı zaman içinde sürekli gelişme göstermiştir.

Kütahya' da seramik sanatı 14.yy. 'ın son yarısında kırmızı hamurlu malzeme ile başlamıştır. Motifleri ve renkleri o dönemin İznik çinileri ile benzerlik göstermektedir. Bu ilk örneklerde kobalt mavisi, manganez moru, firuze ve siyah renkler kullanılmıştır. Renkler İznik işlerine nazaran daha koyu tonlardadır ve bu özelliği ile Anadolu Selçuklu çinileri ile benzerlik gösterirler. Kırmızı hamurlu seramiklerden mavi-beyaz imalata geçiş Kütahya' da İznik ile aynı zamana ve 15. yy. ortalarına rastlar. Kırmızı hamur yerine beyaz, sert hamurlu porselene benzer mavi-beyaz seramiklerle yepyeni, şahane bir üslup başlar. Kütahya çiniciliğinin 16 ve 17.yy.' daki durumu, hakkında teferruatlı bir bilgimiz yoktur.

6.yy. 'ın son yarısında İznik çiniciliği canlı ve parlak renklerle gelişen en son ve en parlak devrine ulaşmıştır. 17 .yy .da Kütahya çiniciliği hakkında, kendisi de Kütahya' lı olan Evliya Çelebi bilgi vermektedir. Kütahya çinilerinden bahsederken; kase ve fincanı ve günagün (türlü türlü) maşraba ve güzeleri (çömlekleri) ve çanak ve tabakları bir diyara mahsus değildir (benzeri görülmemiştir). İznik 'te çini sanatının tamamen kaybolduğu 18.yy.da Kütahya atölyeleri İznik' in aradan çekilmesi ile hız kazanarak kuvvetli bir üslupla serbest fırça işi, çok sevimli modern anlayışlı yepyeni bir seramik sanatı geliştirmişlerdir.

Sert beyaz hamurlu, sır altı tekniğinde yapılan bu seramikler, fincan, sarf, kase, hokka ve matara kapaklı ibrik, kulplu ve kulpsuz kupa, gülabdan, kandil, sürahi, buhurdanlık, limonluk, süs topuzları ve tabaklar gibi küçük boy zarif seramikler, serbest ve hafif fırça süslemeleri ile klasik seramiklerden farklı mahalli bir sanat karakteri taşırlar. Bunlar damavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil, eflatun, lacivert renklerle küçük çiçekler, bitki motifleri, yapraklar, sarmaşıklar, damlalar ve madalyonlardan ibaret bir süsleme görülür bunun yanında kuş balık ve mahalli kıyafette insan figürleri kullanılmıştır. Ancak 18.yy. ikinci yarısında renkler ve motifler ve şekil bakımından Kütahya çinilerinin kalitesi bozulmuştur. Bu kötü gidiş uzun süre devam etmiştir. 1905' de Kütahya' da vali (mutassarruf) olan ve çini süslemeli kagir hükümet konağını yaptıran Giritli Fuat Paşa, daha sonra merkeze gönderdiği bir raporda şunları yazmıştır; "Kütahya' da üç asır evvel üç yüzü mütecaviz (aşkın) çini imalathanesi varmış. 1795 tarihinde imalathanelerin sayısı yüze inmiş. 1902 senelerine doğru Hafız Emin ve Hacı Minasyon Efendilerin imalathaneleri de kapanmıştır. II.Dünya Harbi esnasında ihtiyaç karşısında Kütahya çiniciliği bir defa daha canlanmış olup, bu gün de gelişimi sürdürmektedir. İznik çiniciliği ise tamamen ölmüştür. Ancak İznik' te kurulan Çinicilik Fakültesi sayesinde yeniden canlandırılmasına çalışılmaktadır.

Kütahya' da ise Endüstri Meslek Lisesi çinicilik bölümüne ilaveten bir "Seramik Yüksek Okulu" nun açılmış olması olumlu bir gelişmedir. Bu konuda Ressam Ahmet Yakuboğlu Bey' in ifadeleri adeta çiniciliğimizin fotoğrafını çekmektedir. "Çinicilik asıl milli ve manevi sanatımızdır. En garip devrinde dahi adeta milli bir dava gibi vazgeçilmemiş ve üzerinde sebatla, feragatla çalışılmış, Kütahya' nın bugün dünya çapında bir sembolü olmuştur. Bu işte ressamlardan, tezyinatçılardan bir ordu, zevkle ve hevesle kendini bu işe adamıştır. Güzel sayfalar, vitrinler, birbiri peşi sıra caddeli adeta ışıltılı bir cennet döndürmektedir. Hususi atölyelerde hem istidatlı gençler yetişmekte, hem de güzel zevkli, zengin renklerle çiniden, kıymetli eserler meydana getirilmektedir. Bunun yanında, yıllarca hasreti çekilmiş birde "Porselen Sanayi" doğmuştur. İçeriden dışarıdan Iüzümsuzluğu gösterilen menfi gayretlere rağmen, bu estetiğe yönelik iş kolu da olan özel teşebbüsün zaferi ile Kütahya' ya kazandırılmıştır. Esasen burada bir "Nakkaşlar Ordusu'' her daim temel unsur olarak bu işleri göğüslemeye amade bulunmuştur. Yeter ki onların huzurla çalışabileceği zemin hazırlansın... Önlerine düşen iş sahibiyle san'atkarının aralarındaki birbirine muhabbet saygının baharına samyeli dokunmasın.'' Bu görüşlere ve bu dileğe harfiyen katılmamak mümkün mü? Kütahya çinileri bugün dalga dalga tüm dünyaya yayılıyor.. İstanbul' un kapalı çarşısından Akdeniz sahillerinin hediyelik eşya satan dükkanlarına, oradan Nevşehir' e, Kapadokya' ya kadar her yerde yurdumuzu ziyarete gelen turistlere pırıl pırıl, gülen bir çehre ile gülümsüyor, "Hoşgeldiniz" diyor. Sonra turistin çantasında bizleri temsil etmeye devam etmek üzere yola çıkıyor. Bizim el emeğimiz, göz nurumuz, gururumuz, uğurumuz olarak...

Günümüzde yurdumuzun ihraç malları arasında yer alan, desen ve renk zenginliği kazanan çiniciliğimiz, bilhassa 1980' li yıllardan itibaren önemli bir gelişme göstermiştir. Günümüzde küçüklü büyüklü beş yüze yakın atölyede üretilen çiniler Türkiye ve dünyada bir çok evi süslemekte, yeni yapılan camii ve mescidler Kütahya çinileriyle güzelliğine güzellik katmaktadır. Çini sanatımızın gelişip yaygınlaşarak devam ettirilmesi, yerli yabancı birçok insanın takdirini kazanmaktadır.Bunlardan birinin N.Nur Avlupınar' ın görüşlerini aktarırsak söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

"Asırlar boyu çeşitli devirlerin farklı zevk ve üslup uygulamalarıyla değişen... Türklerin İslamiyeti kabulü ile erişilmesi zor bir zirveye ulaşan çini sanatımız, devlet çapındaki gerileyiş ve duraklayışa paralel olarak iniş ve çıkışlar arz etse de, o günleri geride bırakmış ve akıp gelmişlerdir. Atalar yadigarı bu milli, tarihi malzemeyi şerefle yaşatan hatta bayraktarlık yapan Kütahya; taşıdığı yükün ağırlığını müdrik görünüyor. Bir "irfani gelenek" halinde sürüp gidecek olan Kütahya çinciliği, dileriz yeni nice usta sanatkara ilham verip, mektep olacak gayreti de gösterir. Hem gösterecektir de... Çünkü kaynağı aşk olan topraklar, daima bereketlidir; meyveleri de boldur." Kütahya çinciliği, geçmişiyle, bugünüyle başlı başına bir araştırma konusu olacak genişliktedir. Dileriz böyle bir çalışma yapılır.


2-EL İŞLEMECİLİĞİ:

Eskiden beri sürdürülen el işlemeciliği yöre kadınlarının hünerlerini, zevklerini yansıtır. Günümüzde Kütahya Müzesinde sergilenen peşkirler, uçkurlar, danaler (yemeni), çevreler, para, tütün ve saat keseleri, bunların özgün örnekleridir. Keseler pembe başta olmak üzere sarı, yeşil, al ve ak işlemelidir. Çevre, aba, arabiye, kaftan, kavuk gibi eşyalarda altın ve gümüş ipliklerle çeşitli motifler işlenmiştir. Bugün yok olma tehlikesi yaşayan sanatımızın bu bölümünün canlandırılması gereklidir.


3-OYA İŞLEMECİLİĞİ:

Çeşitli renklerde ipliklerin işlenilmesi ile meydana gelen oyalar harikulade bir renk ve biçim manzumesi oluştururlar. Kınalı eller, büyük bir zevk ve özençle adeta tabiatın bütün çiçeklerini toparlamışlar, oya haline getirip dane kenarlarına işlemiş ve çiçekten bir taç gibi özenle başlarına koymuşlardır.Cinslerine göre isim alırlar ki bu isimlerin her biri pek çok manalar ifade eder. Kütahya yöresinde kadınlarımız ve genç kızlarımız tarafından bilinen ve halen yaşatılan 300' ü aşkın oya çeşidi vardır ve bu sayı günden güne artmaya devam etmektedir . Kütahya' da düğünlerde, bayramlarda çeşitli törenlerde elbiseye uygun oyalı örtünmek yaygındır. Renk renk, çeşit çeşit oyalarla süslü büyükçe bir ''dane'' kolleksiyonu, her genç kızın çeyizinin ayrılmaz bir parçası olup, bunlar akvaryuma benzer camdan kutularda saklanırlar. Üç yüzden fazla çeşidi olan oyaların isimleri oldukça ilginçtir. Bunlardan birkaç örnek verelim: Şafak Yıldızı, Hanım Kirpiği, Yar Yara Küstü Yar Ardına Düştü, Al Atlas, Kiremit Sattıran, Mecnun Yuvası, Küçük Hanım, Meclis Kuruldu, Cimcik Oyası, Gülhatmi, Gümüş Gerdan, Süheyla Güzeli, Yahya Paşa, Çam Pülçeği gibi...


4-ELMAS İŞLEMECİLİĞİ:

Kütahya' da ziynet eşyalarına büyük önem verilir. Altın, pırlanta, gümüş yanında özellikle elmas takılar çok rağbet görür. Kütahya, Türkiye' de elmas işlemeciliğinin yapıldığı tek merkezdir.

İlimizde faaliyet gösteren Şapçılar Sarrafiye tabiatta bilinen en sert maddeye mükemmel bir şekil ve güzellik vermeye çalışan Türkiye 'de sahasında tek firma olma özelliği taşımaktadır. Elmas işlemeciliği başlı başına bir sanayi dalı olmuştur günümüzde. Şapçılar Sarrafiye elması mücevher yapma işiyle ilgileniyor. Elmas işlemeciliğinin kendi içinde bölümleri vardır. Bu alt bölümler şunlardır:

Mıhlama, Sedefkarlık, Minecilik El kalemi, Krapanyacılık, Ajurculuk, Foya çakmacılık, Cilacılık, Kumla eskitme, Kalibrecilik, Kalıpçılık. Şimdilerde bit pazarı olarak faaliyet gösteren Küçük bedesten, Osmanlı döneminde ağır elbise ve elmas işlemeciliğinin merkezi durumundaydı. Buradan İmparatorluğun her yerine dağıtım yapılırdı. Şu anda Kütahya' da bu işle yalnızca Şapçılar Sarrafiye meşgul olmaktadır. Bu ata sanatımızın korunması ve yaşatılması gerekmektedir.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Kütahya'da ki Adet ve Gelenekler

1-MAHALLİ YEMEKLER:


1.1-ÇORBALAR:

Sıkıcık Çorbası, Tekke Çorbası, Tarhana Çorbası gibi yöresel çorbaları vardır;

TARHANA ÇORBASI:

Malzeme; 1 kaşık tereyağı, yarım kaşık salça, 3-4 kaşık Kütahya Tarhanası.

Hazırlanışı: Tereyağı ve salça az miktar sıcak su ile kavrulur, 3 bardak soğuk su eklenir. Tarhana ilave edil erek kaynayana dek karıştırılır. Sıcak olarak servis yapılır.


1.2-HAMUR İŞLERİ:

Mantı, Tosunum, Höşmerim (bir hamur işidir) Kaygana, Kapama, Gözleme, Şibit, Dolamber böreği, Cimcik.

CİMCİK:

Malzeme: 1 Yumurta, 4 avuç un, bir tutum tuz, yarım kilo sarımsaklı yoğurt, 100 gr. Tereyağı.

Hazırlanışı: Yumurta , un ve tuz yoğrulur. Hamur dörde bölünerek yumak tutulur. Her biri incecik çarşaf gibi açılır. Daire şeklinde açılmış hamurun iki tarafından ortasına doğru rulo yapılır. ikişer cm. ara ile kesilerek rolular açılır. Bu şeritler üst üste konarak kareler halinde kesilir. Kesim işi bittikten sonra bu minik kareler, karşılıklı iki köşesi birleştirilip sıkılarak bir çeşit fiyonk yapılır. Büyük bir tencereye su ve bir tutam tuz konularak kaynatılır. Cimcikler kaynar suya dağıtılarak atılır ve bir .. taşım kaynatılır. Ateşten alınarak suyu süzülüp soğuk sudan geçirilip tekrar süzülür. Üzerine sarmısaklı yoğurt dökülür 100 gr. tereyağı ilave edilir. Sıcak servis yapılır.


1.3-ET YEMEKLERİ:

Sulu saç kavurma, küp kebabı, çevirme kebabı, kuyu kebabı, Gediz göveci, Tavşanlı göveci ve tas kebabı.


1.4-TATLILAR:

Kaymaklı güllaç, gül tatlısı, yufka tatlısı, peluze, Kütahya baklavası ve zerde


2.DÜĞÜN ADETLERİ:

Düğünler, Kütahya halkının ince zevkini, asaletini ve geleneklere bağlılığını göz önüne serer. Önce kız istenip, söz kesilir. Tabi ki kız evi naz evidir ve bazen söz alabilmek için kız evinin yolunu birkaç kere tutmak gerekebilir. Söz kesildikten sonra, kız evinde nişan merasimi yapılır. Ailenin büyüklerinden biri yüzükleri takar, dualar edilir, şerbetler içilir . Nişanlılık döneminde çeşitli vesilelerle taraflar hediyeleşirler. Bayramlarda gelinlik kıza ayağının terliğinden, başının oyalı danesine kadar giyim eşyalarının bulunduğu bir bohça gönderilir. Kurban bayramında ise yine böyle bir bohçanın yanında irice bir koç alınıp, boynuzlarına al kurdele ile bağlanmış üç adet beşi birlik ile birlikte kız evine gönderilir. Kız evi de bunlara karşılık bir tepsi baklava ve damada çamaşır ve bir takım eşya gönderir.Düğünden bir hafta önce akrabalar gelin hamamına gider. Düğüne davet edilenler "okucu" denilen akrabadan bir kadın tarafından bir bir davet edilir.

(Okucu kelimesi, Orta Asya' da boy beyleri ve kabile reislerini birer ok göndererek şölene veya savaşa katılmaya çağıran görevlinin adı olup, zaman içinde bu resmi anlamı unutulmuştur.) Düğüne davet edilenlerin okucuya bahşiş vermesi adettendir. Düğünden birkaç gün önce kız evinde "çeyiz altı" denilen bir eğlence tertiplenir, kızın arkadaşları davet edilir, ikindi üzeri toplanılır, hep birlikte akşam yemeği yenilir, yemekten sonra geniş bir odada eğlenilir ve sohbet edilir. Nikah, düğünden birkaç gün önce, genellikle çeyiz altı gününde kıyılırdı. Nikahta, gelin kız ve damat bulunmayabilir, onları vekilleri temsil ederdi. Düğünün bir gün öncesinde sabahtan başlayan kına günü yapılır, gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır, oyunlar oynanır, öğle yemeğinde zerdeli pilav ikram edilir. Düğün günü kız evinde sabahtan gelin hazırlanır, oyunlar oynanır, gelinin erkek akrabalar kuşak bağlarlar ve geline hediyelerini takarlar.

Oğlan evinden gelin almaya gelenler, gelinin karşısında dua edip, para ve şeker saçarak gelini alıp götürürler. Gelin gittikten sonra kız evin- den yakınları kızartılmış kuzu veya tavuk ve baklavalar ile oğlan evine giderler. Oğlan evinde güvey salma yapılır. Yemeğe çağrılan akrabalar yatsı namazından sonra dualarla, tekbirlerle kapının önünde damadın sırtını yumruklayarak gelin odasına gönderirler. Ertesi gün yakın akrabalar öğle yemeğine çağrılır. Paça adı verilen bu toplantıda yemekten önce gelin misafirlerin elini öper, sonra elbise değiştirip kolonya tutar, tekrar elbise değiştirip şeker tutar. Yengelerinin yardımı ile misafirlere her hizmetinde ayrı bir elbise giyerek karşılarına çıkar. Düğünden sonra kırk gün akrabalar yeni gelini kutlama ziyaretine gelirler. Buna mübareke (tebrikleşme) denir. Bu kırk günlük süre içinde gelin her gün her misafiri karşılarken, el öpme, şeker, kolonya, çay ikram etme ve her ikramdan sonra elbise değiştirme işlemini tekrarlar. Biraz zor bir iş olmasına rağmen, bu işlem kırk gün boyunca aksatılmadan yerine getirilir.


3.SÜNNET GELENEKLERİ:

Sünnetten önce ipekli, simli, parlak ve göz alıcı kumaşlar ku11anılarak sünnet yatağı hazırlanır. Sünnet yatağına, bir hükümdarın yatağı gibi özen gösterilir. Düğünden bir gün önce kına gecesi yapılır. kanı gecesinde kadınlar ve erkekler ayrı ayrı eğlenir. Sünnet olacak çocuğun sağ eline kına yakılır. Sünnet günü kadın ve erkekler sünnet evinde ayrı ayrı toplanır. Bir tarafta mevlüt okunurken diğer yandan sünnet olacak çocuk, sağdıçları ve arkadaşları ile davul zurna eşliğinde bir konvoyla şehri dolaşırlar. Konvoyun eve dönüş zamanı mevlidin sonuna rastlar. Çocuk tekbirler ve dualarla sünnet edilir. Çocuğun yakınları ve komşuları hediyeler verirler, çocuğa para armağan ederler. Gelen misafirlere yemek ikram edilir. Sünnet yatağı kırk gün kalkmaz, akrabalar düğünde olduğu gibi ''mübareke'' denilen ziyaretler yaparlar.


4.DOĞUM GELENEKLERİ:

Kütahya tarihinde yaşadığı muhteşem olayları bilinç altında yaşatmasını ve bugüne ulaştırmasını bilmiştir. Yaşanan her toplumsal olay, adeta bir saray protokolü gibi belirli kurallara bağlı, geçmişten günümüze uzanan zevk süzgecinden geçmiş vakarlı bir törenler silsilesidir. Yüzyıllar öncesinin çini sanatı nasıl bugün aynı heyecanla devam ettiriliyorsa, bir çok sosyal olayda aynı hassasiyetle geçmişten bugüne ve geleceğe, yalnız hatıralarda değil, bilfiil yaşanarak ulaştırılmaktadır. Doğumla ilgili geleneklerde bunun bir parçası durumundadır. Bir çocuğun, kız olsun, erkek olsun dünyaya gözlerini açması; Kütahya için başlı başına bir olaydır ve dolu dolu yaşanır.


"Gözaydınlık"

Doğum yapan gelin hastaneden eve gelince, akrabalar, komşular, eş-dost, ''gözaydınlık'' için eve akın ederler. Kimisi birkaç kilo lokum, kimi bir kilo çay, kimi 250 gr. Kahve, iki kilo küp şeker, kimi irice bir karpuz, kimi birkaç kilo kuru pasta, kimi iki kilo süt, kimisi de bir miktar nişasta armağan getirir, gözün aydına eli boş gelinmez. Gelin yirmi gün ayağa kalmaz. Misafirleri yatakta karşılar. Kalkarsa nazar değmesinden endişe edilir. Yirmi gün dışında kırk gün doluncaya kadar geline iş yaptırılmaz. Sağlığı açısından önemli kabul edilir.


“Lohusa Döşeği”

Doğum olayı büyük sevinç meydana getirdiği için günler hatta aylar süren bir kutlamaya sahne olur. İlk yirmi gün dolunca kaynana, akrabalardan, sözü-nazı geçen dostlarından ağır işlemeli "baş tülbentleri" toplar. Bunlar çok kıymetli kumaşlardan olup dört kenarı eski iş simle işlenmiştir .Her isteyene verilmezler . Yatağın dört bir yanına çıtalar konur. Çıtaların çevresi sim işlemeli çarşaflarla renk-renk, boğum-boğum süslenir. Bürümcük ipek çarşaftan kapılar yapılır. Ortasında boğumla fiyonk bağlanır. En güzel karyola takımları gerilir, en güzel yatak takımları serilir. Sonra hısım-akraba, konu komşuya haber salınır. Kahve içmeye davet edilir. Gelin hanım misafirleri ipekli bir kıyafetle karşılar. Oyalı başıyla misafirlerin elini öptükten sonra özel döşeğe hafifçe oturur. Bebek oğlansa başına mavi kurdele, kız ise mavi kurdele takılmıştır. Hoş geldiniz güle güle dışında hemen hiç konuşmadan oturur. Misafirlere kahve, çay, pasta, börek yanında özel yapılmış, baharatlı, tarçınlı, karanfilli sıcak lohusa şerbeti ikram edilir. Şerbetin yanında tuzlu bisküvi, kraker vs. ikram edilir. Şerbeti ağır gelenlerin şerbetine limon sıkılarak hafifletilir. Ziyarete gelenler yakınlık derecelerine göre altın, bilezik, küpe, bebeğin adının baş harfi yazılı altın harfler takarlar. Bunlar yatağın başucuna bir yastığın üstüne kırmızı kurdele ile takılarak sergilenir. bazı misafirler para takar, bazıları bebek takımları hediye ederler. Gelinin kendi annesi damada, kızına ve bebeğe olmak üzere üç tane bohça hazırlar. Her biri için uygun giysiler konup önceden hazırlanmıştır. Gelin misafirlerini ayrı bir kıyafetle uğurlar. Bu olay bir tören şeklinde günlerce sürdürülür. Hemen hiçbir ayrıntının atlanmamasına dikkat edilir. Bunlar tarihin derinliklerinden, yüzyılların süzgecinden süzülüp gelen, bozulmadan yaşanarak sürdürülen, toplumun mutluluğuna katkıda bulunan geleneklerdir .


5.KÜTAHYA' DA FOLKLOR:

Kütahya çok zengin bir kültüre sahiptir. Bu zengin ve renkli kültür, her alanda olduğu gibi, folklor dede kendini gösterir. Türküler, maniler, halk hikayeleri, atasözleri, mahalli deyimler, efsane ve destanlar bu zenginliğin göstergesidir. Türküler genel olarak sevdaları, acıları, özlemleri, ölümlerin ardından yakılan ağıtları, kavuşamayan sevdalıları anlatır. Düğün, nişan, doğum gibi özel günlerde sergilenir ve oyunlarla süslenir . Maniler ise özellikle kına gecelerinde ve bayramlarda söylenir. Kütahya türkülerinin hemen hepsinin bir öyküsü vardır.


5.1.HALK OYUNLARI:

Kütahya yöresi halk oyunları, erkek1er ve kadınlar tarafından ayrı ayrı oynanır. Erkeklerin oynadıkları oyunların bazılarının adları şöyledir: ''Kar mı yağdı Zeybeği'', ''Çatalcam'', ''Ahmet Bey'', ''Sepetçioğlu'' ve ''Sinanoğlu Zeybeği'' ile Domaniç yöresinde ''Kayı Zeybeği''dir . Kadınlar ise, her biri milyonlarca maddi değeri olan, tarihin içinden süzülüp gelmiş, saraylardan günümüzün evlerine taşmış olan; Tefebaşı, Dizbağlı, Eğrimli, Pullu, Üç Etek, Çatkılı ve Bindalıllı gibi elbiselerde şu oyunları oynarlar: Ebeler, Cuma Günleri, çömüdüm, yasemfn, hafizem, tıpır tıpır, keklik...


5.2.MAHALLİ KIYAFETLER:

Görenleri hayrette bırakacak güzelliğe ve sanat değerine sahiptirler. En yeni yapılmış olanları bile antika değeri taşır. Canfes adı verilen saf ipekten kumaş, sırma ile elde işlenerek çok ince bir zevkle, değerli bir sanat eseri, tarihi bir eser haline getirilirler. Kıymetleri bilinir, son derece titizlikle korunur, kuşaktan kuşağa aktarılırlar. Ayrıca kadife, yünlü, daha değişik ipekli kumaşlardan yapılanları da vardır. Birkaçını tanıyalım:


5.2.1.Kadın Kıyafetleri:

"Tefebaşı"

Kütahya kadın kıyafetleri içinde ilk sırayı alır. Kırmızı veya mavi renkteki ince ipek veya yünlü kumaştan üç parça olarak dikilir. Ancak uzun entari Çintiyan (Şalvar) ve Fermene adı verilen bu parçalar genellikle üçlü takım olarak giyilmez. Şalvar veya uzun entari üzerine fermene daha yaygındır. Uzun entari içine al gömlek giyilir, bele gümüş kemer takılır.


"Şalvar"

Genelde ''Pullu'' adı verilen ince ipekli kumaştan dikilir. ''Aynalı Pullu ve Süpürgeli Pullu olmak üzere iki çeşittir.Aynalı pullu gümüş sırma ile işlenir.


"Çatkılı"

Hareli kalın saten veya ipek kumaş üzerine simle bezeli olarak işlenir ve dikilir. Siyah, mavi ve mor renkli kumaşlar tercih edilir. Şalvarı entari ve fermeneden oluşur. Şalvar ve fermene, üzeri simli, keskin uçları sağa, sola, aşağı yukarı gelecek şekilde kareli ve bezenmiş, kaidelerin birleştiği noktalara fiyonklar yerleştirilmiştir.


"Yolaklı"

Kiremit kırmızısı, mavi, sarı, beyaz renkten 1-1.5 cm kalınlığında boyuna çizgili kumaştır. Bu kıyafetin tefebaşından daha kıymetli olduğu kabul edilir. Fermene, Şalvar, entari olmak üzere üç parçalıdır.


"Bindallı"

Her renkte hareli, canfes, vb ipekli kumaştan yapılır. Daha çok kırmızı ve pembe kumaşlar tercih edilir. işlemelerde dallar son derece küçük sık ve çoktur. Şalvar ve entari olarak iki parçadır.


5.2.2.Erkek Kıyafetleri:

Erkek kıyafetleri kadın kıyafetleri kadar zengin ve çeşitli değildir. Çuhadan yapılırlar ve zariftirler. Açık maviden Iaciverte kadar bütün mavi tonları tercih edilir . Cepken: Etekleri bel hizasında biten cep- kenlerin önü kapanmaz. Kolları koltuk altına kadar açıktır. Üzeri kaytan kullanılarak çeşitl motiflerle süslenir. Gazeke uzun kollu olup önü kapalıdır Bele kadar iner. Mavi-Iacivert çuhadan yapılır. Üzeri kaytan ile işlenir. Mor çuhadan yapılanı pek makbuldür.


"Şalvar"

Kütahya şalvarı, ege şalvarları içinde belden diz altına inmesi bakımından ayrılır. Mavi ile Iacivert arası tonlar- da çuha kumaştan yapılır. Yanlarda belden aşağıya kadar kıvrımlı bordür halinde kaytan işlemesi vardır.


"Potur"

Şalvara ben- zer. Dize kadar olan bölümü gayet bol, dizden aşağısı bacakları saracak kadar dardır. Kaytan ile işlenir.

Kütahya'da ki Osmanlılardan Kalan Eserler

1-ULU CAMİİ:

Gazi Kemal mahallesinde Vacidiye medresesi (bugünkü Kütahya Müzesi) ile II.Yakup Çelebi İmaret Mescidi (Eski Vahitpaşa İl Halk Kütüphanesi) arasında yer alır. 45*25 metrelik bir alanı kaplar. Kütahya' nın en geniş iç hacmine sahip tarihi yapısıdır. Avlusuzdur. Tamamen kesme taştan yapılmıştır. İki tam kubbe ve 6 yarım kubbe ile desteklenmektedir. Dikdörtgen biçimlidir.

Minaresinin kaidesi kesme taş, gövde kısmı tuğladandır. Yapının bugünkü halinde doğu, batı ve kuzeyden olmak üzere üç girişi vardır. Beş bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Batı tarafındaki bir bölüm 19.yüzyılda örülerek "Vahitpaşa Kütüphanesi" olarak kullanılmıştır. Dikkat çekici keçeli, saraçlı kapı örtüsü vardır.

Kapılardan girildiğinde iç mekan ayrımı geniş, aydınlık ve ferah bir etkiye sahiptir. Yüksek kaideler üzerine yerleştirilmiş, hafif yivli, antik altı büyük sütun geniş mekanı görmeyecek şekilde iki kubbe ile altı yarım kubbeyi taşımaktadır. Sütun başlıkları sade, üstleri ise yastıklıdır. Kemerler ise koyu kırmızı ve gri olmak üzere iki renkli işlenmiştir. İki tam, altı yarım kubbe yanı sıra köşelerde de dört küçük kubbesi vardır.

Caminin ortasında bir şadırvan vardır. Şadırvan üzerine altı küçük sütuna oturtulmuş ahşap tavanlı bir müezzin mahfili vardır. İç mekanın arka kısmının üstü boydan boya mahfilidir. Cami iç mekanında bütün yazı ve istif levhaları ile kalem işleri yoğun bir şekilde kullanılmış olmasına rağmen dağılışları göze batmayan dengeli bir süsleme oluşturmaktadır. Yapının bugünkü sahip olduğu mekan ferahlığı yanında kalem işleri 19.yüzyıl sonunda gerçekleştirilen en başarılı yapılardan biri olarak tanımlanmaktadır. Ancak çiniler diyarının bu muhteşem eserinde mihrabın sağında dört kareden meydana gelmiş kabe tasvirli çini kompozisyonu dışında çini bulunmaması dikkat çekicidir.

Ulu Caminin ilk şekli ağaç direkli bir cami olarak Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmaya başlanılmış, Ankara savaşından (1402) sonra oğlu Musa Çelebi tarafından tamamlanmıştır. (1410) Vakıf kayıtlarında camiden Yıldırım Beyazıt Han Camii olarak bahsedilmektedir. Ünlü seyyah Evliya Çelebi caminin Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından tamir edildiğini de belirtmektedir.

Kanuni, Rodos (1522-1523) ve Irakeyn (1534-1535) seferlerinde bir süre Kütahya' da bulunmuştur. Bu sırada binanın onarımı için seferlere katılmış olan Mimar Sinan' a talimat vermesi mümkündür.

Bundan sonra da bazı onarımlar geçirmiş olmakla birlikte cami son şeklini 1893' de Sultan II.Aldülhamit Han zamanında almış ve bu son büyük onarım sırasında cami kubbeli olarak yapılmıştır.

1888' de başlayıp 1893' de bitirilen bu onarımda duvarlar temellere kadar yıkılıp, yeniden kesme taştan yapılmış, Aizanoi (Çavdarhisar)' dan getirilen sütunlar ve mermer plakalar kullanılarak kubbeli şekilde yeniden yapılmıştır.

Ulu Camii, bundan başka sonuncusu 1961-1962' de olmak üzere küçük onarımlar da geçirmiş, zaman zaman kurşun kaplamalar değiştirilmiştir.

2-TAKVACILAR CAMİİ (Timurtaş Paşa Camii):

Yıldırım Beyazıt' in ilk Kütahya valiliğinden sonra Kosova savaşına katılmak üzere Murad Hüdavendigarın yanına gittiği sırada Kütahya ve civarının muhafızlığına görevlendirilmiş olan Timurtaş Paşa tarafından 1389-1402 yılları arasında yaptırılmış olmalıdır. Aradan geçen uzun zaman içerisinde pek çok tamir görmüş olması gerekir. 1761 tarihlerinde Silahtar Mehmet Paşa tarafından onarım ve değişiklik yapılmıştır. 1834 yılında Kütahya Muaccelat nazırı Salih Efendi tarafından tekrar tamir ettirilmiştir.

Yalnız Camii değil, İmaret, Medrese ve mescid olarak yapılmıştır. Bir yandan kuyumcular çarşısı, diğer yandan bedesten ve kavaflar çarşısı ile çevrili olduğundan, çarşının ortasında kaybolmuş, dış görünüşü ile kendini belli etmeyecek durumdadır. Uzaktan sadece 18.yy.' da eklenen kesme taş minaresi ile seçilebilmektedir. Mimari tekniği itibariyle diğer camilerden farklı olarak basık bir yapıdır.

3-MEYDAN CAMİİ (Aslan Bey Camii):

Kayıtlarda "Aslanzade Mescidi" olarak geçmektedir. Şimdilerde Meydan Camii olarak tanınmaktadır.

Kesme taş ile taş-tuğla kullanılarak yapılmış olup, kare planlı tek kubbelidir. Üç bölümlü son cemaat yerine sahiptir. Minaresi son cemaat yerindeki duvara bitişiktir. Dere kenarında ve oldukça kalın duvarlara sahiptir.

Evliya Çelebinin "Meydan Mahallesinde Bey Camii" dediği yapı olması muhtemel Aslan Bey Camii' nde kitabe yoktur. Bicar Bey oğlu Aslan Bey' in Osmanlı emirlerinden olduğu anlaşılmaktadır. Geyve ve Tokat taraflarında da eserleri bulunan ailenin Selçuklu Dönemi devlet adamlarına dayandığı anlaşılmaktadır. 15.yy.' ın 2.çeyreğinde (1425-1450) yapıldığı tahmin edilen camiinin pek çok onarım geçirmekle birlikte ana hatlarıyla günümüze ulaştığı söylenebilir.

4-SARAY CAMİİ (Hisar Bey' i oğlu Mustafa Camii):

Saray mahallesinde, tarihi hükümet konağının arka kapısındadır. Kütahya' da Saray Camii olarak bilinir. Asıl adı Hisar Bey' i oğlu Mustafa camiidir. Kitabeye göre camiyi yaptıran, II.Yakup Bey'in Subaşısı Hisar Bey'i Oğlu Mustafa Bey' dir.

Duvarları bir kat kesme taş, bir kat 3 sıra tuğla ile örülmüştür. Tek kubbeli kare planlıdır. Orjinal mermer bir mihrabı, yine orjinal taş kesme ve çinilerle kaplı minberi vardır. Kütahya' daki en zengin çinili anıt eserlerden biridir. Osmanlı Döneminde Kütahya' nın üç cuma camisinden biri olarak görev yapmıştır. Sonuncusu 1957' de olmak üzere bir çok kez tamir görmüştür.

5-SAADETTİN CAMİİ (Saadet Camii):

Büyük bedestenin kuzey çıkışı karşısında köşededir. Bodrum katında Hezar Dinari tarafından yaptırılmış olan bir sakahane vardır. Sakahanenin üzerinde bir de mescid bulunduğu ve Hezar Dinarinin burada gömülmüş olduğu bilinmektedir. Camii 1700' de yangında yok olmuş, 1824' de Derviş Mehmet Paşa tarafından tekrar yapılmış ancak 1866' da tekrar yanmıştır. Camii son şekli ile 1870 yılında İşkodralızade Hasan Hakkı Bey önderliğinde halktan toplanan paralarla kargir olarak yeniden, altında vakıf dükkanları ile birlikte yaptırılmıştır. Ufak tefek onarımlarla bugüne kadar gelmiştir.

6-KARAGÖZ AHMET PAŞA CAMİİ VE MEDRESESİ:

Cumhuriyet Caddesi üzerinde küçük çarşı denilen semtdedir. Camii, medrese ve sübyan mektebi ile imaret bir arada planlanmıştır.

Beylerbeyi ve Anadolu valisi Karagöz Ahmet Paşa 1509 yılında kurduğu vakıfla burada yaptırmaya başladığı camii, medrese, mektep ve imaret bitmeden Şah Kulu isyanında asiler tarafından şehit edilmiştir (1511). Vasiyeti üzerine hanımı, yarım kalan camii, medrese ve mektebi tamamlamış, imaret bitirilememiştir.

Tamamen kesme taş kaplamalı büyük, tek kubbeli, revaklı son cemaat yeri bulunan, minare gövdesi tuğladan bir yapıdır. Eskiden kiremit çatılı iken sonradan çatı kaldırılarak (1970) onarımda kubbe ortaya çıkarılmış ve kurşunla kaplanmıştır.

7-KÜPECİK CAMİİ:

Hamidiye mahallesi üzerinde taş köprü civarında, müderris yolu üzerindedir. 1911-1912 yapımı, iki katlı, alt katının eskiden sübyan mektebi olduğu bilinen bir yapıdır. Minarenin kaide kısmında tek çini üstünde Sultan Mehmet Reşat Tuğrası, caminin tavan göbeğinde sekizgen çerçeve içine alınmış dört parçadan meydana gelen çini levha dikkati çeker.

8-SULTAN BAĞI MESCİDİ:

Gediz caddesi üzerinde, ara sokak başındadır. 19.yy.' ın ilk yarısında yapıldığı tahmin edilen yapı, son yıllarda onarım görmüş ve birde taş minare eklenmiştir.

9-ŞENGÜL CAMİİ (Celal Efendi Mescidi):

Börekçiler mahallesinde Şengül Hamamının arkasındadır. Bitişiğinde bir çeşme ve çamaşırlık vardır. Camii girişindeki sundurmada bir sübyan mektebi olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Çeşme duvarlarına kitabe sanılarak şair Pesendinin bir bilmecesi iki parça mermer halinde yerleştirilmiştir.

Ammeten gördüm babamdan küçük amma etlice,

Kaldım aç, hemen çektim yedim lezzetlice,

Zahida korkma ya sende Rabbinden ruhsatlıca

Ara bul bahsi hadiste aç gözün dikkatlice.

Şair Pesendi' ye ait bu bilmecenin cevabını Ak Takke Hoca Efendi bulabilmiştir; "ÇEKİRGE".

Şengül camiine, haziresinde yatan Molla Celal Efendi' den ötürü "Celal Efendi Mescidi" de denilmiştir. Kare planlı tek kubbeli ve kiremit çatı ile örtülüdür. 16.yy.' ın ilk çeyreğinde yapıldığı tahmin edilmektedir.

10-LALA HÜSEYİN PAŞA CAMİİ:

Lala Hüseyin Paşa mahallesindedir. Karşısında hamamı ile geniş bir avlu içinde ağaçlar arasındadır. Tek kubbeli, beş bölümlü son cemaat yerine sahip, avlusunda iki şadırvanı, haziresi, tuğla minaresi vardır. Mimar Sinan tarafından yaptırılmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Lala Hüseyin Paşa II.Selim' in Lalası olup, onun padişah olması ile 1566' da Kütahya valisi, daha sonrada 1566-1568 arasında Anadolu Beylerbeyi olmuştur. Camiinin yapımına bu yıllarda başlanmış olmalıdır. Cami ile birlikte bugün artık olmayan bir sübyan mektebi de yaptırılmıştır.

Kesme taş kaplamalı yapı dengeli görünümü ile dikkat çeker. Minberi de taştır. 16.yy. Osmanlı mimarisinin klasik özelliklerini taşır.

11-HATUNİYE CAMİİ:

Mecidiye mahallesi hatuniye sokağından girişi bulunan cami, yüksek tuğla mimarisi ile dikkati çeker. Planı asimetrik bir düzene sahiptir. Tek kubbeli caminin batısına kubbeli kare bir mekan daha eklenmiştir. Burası bu gün türbe halindedir. Son cemaat yerinin kubbeleri oldukça geniştir. 16.yy. sonlarında yapılmı, 17.yy. ortalarında Rabia Hatun tarafından onarılıp minare eklenmiştir. Türbesinde Rabia Hatun ve kızının yattığı söylenmektedir.

12-SULTANBAĞI HİSARALTI MESCİDİ (Dükkancılık Mescidi):

Macar evinin karşısında harap vaziyettedir. Kitabesi ve hakkında bilgi yoktur.

13-SULTANBAĞI ÇATALÇEŞME MESCİDİ (Ahi Arslan Mescidi):

Sultanbağı mahallesinde, şimdi kapatılmış olan derenin kuzeyindedir. Güney kısmının altında çamaşırlık vardır. Geiş saçakları ve külahlı ahşap ezan balkonu ile küçük mahalle mescidlerinin güzel örneğidir. 16.yy.' ın ikinci yarısında yapılmış olması muhtemeldir.

14-ÖZBEK CAMİİ:

Hamidiye mahallesindedir. Külahlı şişkin taş minaresi ile dikkati çeker. 1699' da Müderris yaylası sırtlarında çadır kuran Özbek aşiretinden İbrahim Ağa tarafından bir çeşme ve sonradan da mescid olarak yapıldığı bilinmektedir. 1946' da onarım görmüştür. 1974' de mihrabı Vedat Çinicioğlu imalatı çinilerle kaplanmıştır. Bugünkü durumunu 18.yy. sonlarındaki onarımdan sonra almıştır.

15-ALİ (Alo) PAŞA CAMİİ:

Cumhuriyet caddesi üzerinde, Gazi Kemal (Eski Şehreküstü) mahallesinde bulunmaktadır. Kagir, ahşap çatılı, kiremit örtülü, külliye halinde yapılmış olan yapının bugün medrese, sübyan mektebi ile eski şadırvanı ortada yoktur.Ahşap olduğu anlaşılan bu bölümler, yandıktan sonra bir daha ele alınmamış sadece camii bölümü yenilenmiştir. Kareye yakın dikdörtgen plan ile, buna batıdan bitişen ahşap eklerden meydana gelmektedir. Seyyit Süleymanağaoğlu Anadolu valisi Ali Paşa 1796' da yaptırmıştır. Kitabesi yoktur. Caminin çinilerle süslü mavi-beyaz kandil motifli orijinal bir mihrabı vardır. Bugünkü şekli Şeyh Hacı Ömer Efendi' nin öncülüğü ile halkın yardımları ile yüz sene kadar önce yapılmıştır.

16-MOLLABEY CAMİİ VE KÜLLİYESİ:

Kütahya' da 19.yy. ortalarında yaptırılan en önemli külliye olarak ele alınabilir. Medrese, camii ve kütüphaneden müteşekkildir. Sadettin camii gibi fevkani (üst katı olan) bir yapıdır. Kütahya müftüsü Andız Köylü Abdurrahman Efendinin oğlu olan ve babasından dolayı ''Müftüzade Molla Bey'' olarak tanınan İbrahim Ethem Bey tarafından 1855-1856 tarihinde tamamlanan yapı halen Molla Bey Kur'an kursu ve camii olarak kullanılmaktadır. Kütahya' da külliye yaptırma geleneğinin son halkalarındandır. İbrahim Ethem Bey üç yıl kadar Kütahya kaymakamlığı yapmış, külliyenin minaresini annesi Fadik Hanım adına yaptırmıştır.

17-AHIRARDI CAMİİ (Dilsizoğlu Hacı İbrahim Camii):

Onarım görmüş olmasına (1965) karşın, karakterini korumuş yapılarındandır. ilk şekli ile 1876 öncesinde Osmanoğlu Dilsizoğlu Hacı İbrahim tarafından yaptırılmıştır. 1965 onarımında mihrabı, vaaz kürsüsü ve mihrab duvarı Kütahya çinileriyle kaplanmıştır.

18-YEŞİL CAMİİ:

Eski hükümet caddesi üzerinde Cumartesi pazarının girişindedir. Kare planlı, tek kubbeli, iki sütuna oturtulmuş kubbeli bir girişi bulunan yapı, kesme taştan onikigen gövdeli, köşklü minaresi ile dikkati çeker. Minare bu şekli ile Kütahya' da tektir. Ana mekanın içi, kubbe kilidinden zemine kadar adeta boş yüzey bırakılmadan ağır bir süsleme ile bezenmiştir. Alçı sıva üzerine kalem işi, yağlıboya, temperra, alçı kabartma malakari, altın yaldız, duvardan gelişen ve çok kollu kristal aplik ve avizeler, mahfilde kasetli, kakmalı bir tavan bulunmaktadır. Önceleri Recep Ağa Mescidi olarak bilinen bu yapının yerine Yahya Paşa genişletip yenileyerek ahşap fevkani bir yapı yaptırmıştır. Bu yapı yanınca 1858' de ahşap olarak tekrar yaptırılmış, sonunda Kütahya Mutasarrıfı Fuat Paşanın önderliği ve ilgisi ile 1905 yılında bugünkü şekli ile yapılmıştır.

19-KADİTLER CAMİİ:

Lala Hüseyin Paşa caddesi üzerinde, hasır pazarı olarak bilinen bölgede çarşı içinde, üst katı tamamen kagir ve ahşap tavanlı olarak yapılmıştır. Yapının kuzeyinde su tesisleri özelliklerinden olan küçük bir sakahenesi bulunması dikkati çeken geleneksel yapı unsurlarındandır.

20-BÜLBÜL MESCİDİ (Yakup Çavuş Mescidi):

Mecidiye mahallesinden Hamidiye mahallesinden geçişte yer almaktadır. Son yıllarda taş bir minare eklenen yapının kitabesi yoktur. 19.yy. başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

21-DEVE YATAĞI MESCİDİ:

Hamidiye mahallesi Deve Yatağı sokağındadır. Son onarımlarla eski karakterini tamamen kaybetmiş, sonradan yeni bir minare eklenmiş, mihrabı ve duvarların bir kısmı karo çinilerle kaplanmıştır. 19.yy. başlarında yapıldığı sanılmaktadır.

22-CEDİD MESCİDİ (Yeni Mahalle Mescidi):

Nallı medrese karşısında yer almaktadır. Bugün harap bir haldedir. 1571'de yapıldığı bilinmekle birlikte 19.yy. başlarında yeniden ele alanıp onarılmıştır.

23-KARADONLU MESCİDİ (Pirler Mahallesi Mescidi):

Pirler mahallesi, karadonlu sokağı köşesinde Şükrü Şeker evi ile Karadonlu Canbaba türbelerinin karşısındadır. 16.yy. sonralarında aynı yerdeki başka bir mescidin yerine yapılmıştır. 1980'de tamamen onarım görmüş, ahşap Ezan Köşkü yerine betondan yenisi yapılmıştır.

24-AHİ EVREN MESCİDİ (Hacı Evren Mescidi):

Ahi Evren mahallesi cennet sokağındadır. 16.yy. sonlarında yapılan mescid 1917' de yenilenmiş 1956-1957'de onarılarak minare eklenmiştir. Mihrabı eski özelliğini korumuş olup karşı sokakta da bir zikir yeri bulunan Ahi Evren Türbe ve Tekkesi vardır.

25-MOLLA HALİL MESCİDİ (Kazasker Mescidi):

16 yy. başlarında yapılan medrese bugün ayak- ta değildir. Sadettin cami köşesinden balıklı ya giden yolda, Muvakkithane'nin arkasındaki boşlukta, Pamuk Hanı'nın doğusunda kalmaktaydı. Yeri 20 yll öncesine kadar Kütahya Müftülüğü idi. Halili diye meşhur olan Halil Bin Mahmut Germiyani, istanbul'da müderrislik yaptıktan sonra Kütahya'ya gelmiş, burada kurduğu Medreseye hamamınıda vakf etmiştir. Yapının durumu hakkında da kayıtlarda bilgi yoksa da, avlulu bir medrese olması gerekmektedir .

26-RÜSTEM PAŞA MEDRESESİ:

Balıklı caddesi ile Serçe sokağının kesiştiği köşede, çocuk parkı olarak kullanılan boş arsada bulunuyordu. Kanuni devrinde Rüstem Paşa tarafından 1550 yılında yaptırılmıştır. Kitabesi Kütahya müzesindedir . Önceleri Kütahya valisi iken Kanuni'ye damat olmuş daha sonra da Vezir-i Azamlık makamına getir- ilmiş olan Paşanın Medreseyi bu zaman da yaptırmış olduğu anlışlamtadır. Ne yazık ki bu yapının bugün yalnızca giriş kısmı (portal) ayakta kalabilmiş, diğer kısımları yok olmuştur. Ancak 1950'Ier de ressam ahmet Yakupoğlu tarafından yapılmış bir tablo binanın şekli hakkında bir fikir verebilmektedir. Resimde görülen kubbeli yapı Medresenin mescididir.

27-DARÜLKURRA:

Balıklı mahallesinde, Balıklı Camiisinden Karaa sokağına çıkarken, tam karşıdaki evin bahçesinde bulunmaktadır. Dışarıdan görünmez. 1579 yılında Anadolu Beylerbeyi olarak görev yapan Cafer Paşa tarafından yaptırılmıştır.

28-BALIKLI TEKKESİ:

Balıklı mahallesinde, Balıklı hamamının hemen güneyinde bulunur. 14.yy. sonu veya 15.yy. başında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bina 17.yy'ın ilk çeyreğinde Şeyh Muslihüddin tarafından Halveti tekkesi olarak kullanılmış, bir ara Şeyh Bahşi Mescidi olarak tanınmış ve devrini tamamIamıştır. Doğusunda bir de haziresi bulunan yapıda hala restorasyon çalışmaları sürmektedir.

29-ŞEYH SALİH TEKKE VE TÜRBESİ:

Balıklı caddesinde Molla Bey Camii ve Kuran kursuna bitişiktir. Tekke ve Mescit, Kütahya'da ayakta kalabilmiş, geç devir Tekke Mescitlerin en önemIilerindendir. 1854 yılında Hacı Halil oğlu Şeyh Salih tarafından Halveti Mesudiye Tekkesi olarak yaptırılmıştır.Şeyh Salih, tekkenin aynı zaman da ilk postnişidir. Tekkenin son Şeyhi 1936 yılında ölen merhum Şeyh Bekir Efendi' dir. Bu nedenle Bekir Efendi tekkesi diye de anılır.

30-MEVLEVİHANE DÖNENLER CAMİİ (Ergun Çelebi Zaviyesi):

Eskiden 'Eski Kapan Altı' denilen yerde Ulu caminin doğusunda; Eydemir hamamı yanındadır. Bu gün Dönenler Camii adıyla anılan Semahane bölümü 1959 yılında vakıflar tarafından onarılarak ibadete açılmıştır Mevlevihane Asitane olarak bilinirdi.

Hezar Dinari Mescidi çekirdek baz alınarak etrafına semahane, dede hücreleri, meşruta ve kütüphane bina edilmiştir. Semahane, sonradan mescit olarak da kullanılmaya başlanınca Hezar Dinari Mescidi türbe haline getirilmiştir Türbe de Mevlana Celaleddin-i Rumi' nin torunu Ergun Çelebi ve yakınlarının sandukaları bulunmaktadır. Kütahya, Konya ve Afyon'dan sonra mevlevilik tarikatının üçüncü büyük merkezi olarak bilinir. Mevlana' nın torunu Ergun Çelebi' den başka oğlu Sultan Veled' de Kütahya' yı şereflendiren ve Kütahya'yı gerçekten seven beğenen meşhurlar arasındadır. Sultan Veled Kütahya için:

"Kütahya'da bir ay kalana ne mutlu,

İki ay kalacak olursanız, daha fazla müstefid ve münfeyiz olursunuz.

Kütahya kusursuz bir güzeldir.

Böyle kusursuz güzele zeval olur mu?

Ya Rab, bu memlekete kaza-bela verme,

Cennet Kütahya' nın ya altındadır ya üstünde,

Feda olsun Lahor, Keşmir, Tebriz Kütahya' ya."

demiştir. Bu sözleri Mehmed Dumlu Hoca, Feridun Nafiz Uzluk beyden,nakletmiştir. Bu gazel "Divan-ı Sultan Veled" de mevcut olup yayınlanmıştır. Semahanenin kütüphanesi sonradan Vahit Paşa Kütüphanesine devredilmiştir

İçeride türbeye açılan kemerin sağında "Adli" mahlası ile sultan II.Mahmud' un tuğrası ve iki tane kitabe vardır. Birinci 1812, ikincisi 1841' deki onarımlara ait kitabelerdir. Son onarım tarihi 1959' dur. Dede hücreleri olan kısım bu gün Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından fakirlere yemek dağıtımda aşevi olara kullanılmaktadır. Kütahya mevlevihanesi, Konya ve Afyon' dan sonra erken dönem mevlevihaneleri içinde ve mevlevi dergahlarından 76 zaviye ve 14 asitaneden birisi olarak bilinirdi.

31-PAŞAM SULTAN TÜRBESİ (Seyyid Nureddin Zaviyesi):

14.yy.da Seyyid Nureddin tarafından kurulmuş bir ahi zaviyesidir. 1422 tarihli bir kitabesi vardır. Bir bölümü kuran kursu olarak kullanılmaktadır. Vaktiyle çok zengin vakıfları bulunan zaviyenin geniş bir kitleye hizmet verdiği anlaşılmaktadır.

32-KARAGÖZ PAŞA TÜRBESİ:

Ahırardı mezarlığındadır. 1511 tarihinde yapılmış, 1961 tarihinde onarılmıştır. 6 yuvarlak sütun üzerine oturtulmuş, yuvarlak tuğla kemerlere tuğla kubbe bindirilmiştir. Kütahya merkezi ile, Anadolu valisi olan beylerbeyi Karagöz Ahmet Paşa 1511'de Şah Kulu isyanında Kütahya önünde şehit edilmiş ve Ahırardı mezarlığına defnedilerek üzerine türbe yaptırılmıştır.

33-FATMA ANA TÜRBESİ:

Yeni mahallede Gavur Hamamı olarak bilinen hamamın biraz kuzeyinde, cadde kenarındadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bugünkü şekfiyfe 19.yy. dan kalma olduğu sanılmaktadır.

34-AHİ EVREN TÜRBE ZAVİYESİ:

Ahi Evren mahallesinde, Ahi Evren Mescidi ve çeşmesinden biraz kuzeyde cennet çeşme sokağındadır. Türbede kime ait olduğu bilinmeyen dört lahit ile bir zikir yeri vardır. Hakkında fazla bilgi yoktur. 14. yy.' a tarihlenmektedir.

35-ŞEYH BUHARİ TÜRBESİ (Gümüşesik Tekkesi):

Eski hükümet konağı arkasına rastlayan Zeryen mahallesinde türbe sokaktadır.Türbede üç sanduka vardır. Birisi Şeyh Buhari' ye diğeri de Kütahya' lı Gazi Hüseyin Paşa' ya aittir.

36-SULTANBAĞI (Dört Direkli Türbe):

Gediz caddesi üzerinde son zamanlarda yeniden yaptırılan dört direkli caminin doğusunda, yol kenarındadır. Burada daha önce dört sütuna dayalı bir açık türbe bulunduğu anlaşılmaktadır. İçinde kimlere ait olduğunu henüz bilmediğimiz büyükçe üç lahit bulunmaktadır. 16.yy. veya daha erken devirlerden kalmış olması mümkündür.

37-ULU CAMİİ TÜRBESİ:

Vacidiye ile Ulu camii arasında, set üstündedir. Üzeri küçük bir kubbe ile örtülmüş, kiremit bir çatı altına alınmıştır. içinde tek bir lahit ve mezar taşı vardır. Kime ait olduğu bilinmeyen mezarın 15.yy. dan kalma olduğu ve caminin mimarı olduğu sanılmaktadır.

38-SUNULLAH GAYBİ TÜRBESİ:

17.yy.' ın ikinci yarısından kalmadır. Musalla mezarlığındadır. Kesme taş kaplamalı, tuğla kubbeli küçük bir yapıdır. 17.yy. mutasavvıflarından olan Sunullah Gaybi, İstanbul' da Halveti Melami olarak yetişip Kütahya' ya dönmüş. Kütahya uleması tarafından zındıklıkla (Allah' a ve ahirete inanmamakla) suçlanınca (Hüda Rabbim) ile başlayan şiirini söylemiştir. Aşağıdaki beyit şiirlerine güzel bir örnektir.

"Taç marifet tacıdır, sanma başka taç ola, Taklit ile tok olan, hakikatte aç ola."

39-KÜÇÜK HAMAM:

Bir kısmı 15.yy. başlarında Germiyanoğlu II.Yakup Beyin subaşısı ve kader arkadaşı olan Hisar Bey tarafından yaptırılmış, ondan oğluna miras kalmış, oğlu da Osmanlı Hükümdarı II.Beyazid’ in izni ile hamama küçük bir kadınlar bölümü ilave ettirilmiştir.

Hamam son şeklini bu ilave ile 1848’ de almıştır. Zaman zaman çeşitli onarımlar geçiren ve başka amaçlarla da kullanılan hamam halen erkekler hamamı olarak kullanılmaktadır.

40-EYDEMİR HAMAMI (Elvan Bey Hamamı):

Cumhuriyet caddesinin sonunda, mevlevihanenin güneydoğusundadır. Ahi Erbasan caddesi ile Eydemir sokakları köşesinde yer alır. 15.yy. ortalarından kalmadır. Eski adı Elvan Bey Hamamı olarak geçen hamamı yaptıran Elvan Bey' den kaynaklar Çaşnıgir Başı olarak bahseder. Kitabesi ve hakkında daha kesin malumat alabileceğimiz bir belge henüz yoktur. Son yıllardaki onarımların hamamın eski şeklinde fazla değişiklik yapmadığı sanılmaktadır.

41-BALIKLI HAMAMI (Rüstem Paşa Hamamı):

1549 yılında Kütahya'da Anadolu Beylerbeyliği yapmış, daha sonra Sadrazamlık makamına getirilmiş olan Rüstem Paşa tarafından bu dönemde yaptırılmıştır. Hem erkekler hem kadınlar kısmı bulunan bir çifte hamamdır. Harap hale geldiğinden, Vakıflar genel Müdürlüğü tarafından esaslı bir şekilde onarılıp halkın hizmetine sunulmuştur.

42-LALA HÜSEYİN PAŞA HAMAMI:

Lala Hüseyin Paşa, Sultan II.Selim' in Lalasıdır. Anadolu Beylerbeyliği sırasında yaptırdığı bu hamam (1568-1570) küçük kare planlı tek bir hamamdır. Hamamın önünde tek bir sıra dükkan yer alır. Son zamanlarda onarım görmüş olup kullanıma açıktır.

43-KEMER HAMAMI:

Maruf mahallesi kuzeyinde, Lala Hüseyin Paşa caddesi üzerinde, Kaditler Camiini geçtikten sonra yolun güneyindedir. 1950'deki yol genişletme çalışmasında soyunmalık kısmi kesilmiş bir çifte hamamdır. 16.yy. da yapıldığı tahmin edilen hamam özel mülkiyettedir.

44-ŞENGÜL HAMAMI:

Börekçiler mahallesinde, kapan çayı kenarında (üzeri kapatılmış olduğundan bugün dere görünmez) Şengül Camii önündedir. Birçok değişikliğe uğramış, bazı bölümleri yıkılmış bulunmakla birlikte diğer kısımları halen hamam olarak çalışmaktadır. Dört yanı yolla çevrili tek hamamdır. 16.yy. sonralarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

45-YENİ MAHALLE HAMAMI (Cedid Mahellesi Hamamı):

19.yy. sonunda yapıldığı tahmin edilen hamam harap durumdadır. Fatma Ana Türbesine yakındır. Yapıldığından beri iyi şekilde çalıştırılamamıştır.

46-BÜYÜK VE KÜÇÜK BEDESTEN:

Timurtaş Paşa Camii ile Saadettin Camii arasında bugün "Sebze Hali" ve "Bit Pazarı" olarak kullanılan binalardır. Daha çok birer "Arasta" görünümündedirler. Büyük Bedesten Fatih döneminin ünlü Sadrazamı Gedik Ahmet Paşa vakfıdır. Küçük Bedestenin ise Timurtaş Paşa vakfı olduğu sanılmaktadır.

47-KAPAN HANI:

Bugün Mevlevihanenin doğusundaki alandan girilen aralıkta, sadece kitabeli kapısı kalmıştır. Eskiden kapan altı yada tahıl pazarı denilen yerdedir. Evliya Çelebi Karagöz Ahmet Paşa dönemi vakıflarından olan hanın güzellik ve ihtişamına hayran kalmıştır.

48-MUVAKKİTHANE:

Balıklı mahallesinde Saadettin Camiinden Balıklıya giderken eski müftülük binası önündedir. Burasını kapıcıbaşı rütbesinde bulunan Kütahya mütesellimi Halil Kamili Ağa 1831-1832 yılında yaptırmıştır. Muvakkithane de birde II. Mahmud tuğrası bulunmaktaydı. Şimdi nerede olduğu bilinmiyor. içinde 3 tane saat ve bir yetkili bulunuyordu. Günlük hayatta doğru saatin bilinmesi ve namaz vakitlerinin bildirilmesi amacıyla kullanılmaktaydı.

49-HÜKÜMET KONAĞI:

1907 yılı yapımı, son devir Osmanlı mimarisinin dikkate değer sivil yapılarındandır. Binanın cephesi düz karo çiniler süslemektedir. Hükümet konağının Kütahya yapıları içinde ilgi çekici bir yanı da, tamamen çini kaplı bir mescide sahip oluşudur. Bugünkü yapı, çağdaş bir Hükümet Konağı anlayışına uygun olarak 1893-1908 yılları arasında Kütahya valisi olan Giritli Ahmet Fuat Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1908 meşrutiyetine kadar Kütahya'da görev yapıp, sonra ayrılmış olan Ahmet Fuat Paşa' nın Hükümet Konağı önünde bir büstü vardır. Alttaki cadde onun adını taşır. Yeşil Camii' de yaptırmış ve Ulu Camii tamir ettirmiştir.

50-MACAR EVİ:

Kütahya'nın tarihçesi bölümünde Macar ulusunun Iiderlerinden Lajos Kossuth' un Kütahya' ya gelip iki yıl kadar kaldığını belirtmiştik. işte bu ikamet sırasında konuk olarak kaldıkları ev, Türk Macar kültür anlaşması çerçevesinde restore edilerek, müze haline getirilmiş olup, Kossuth'un bir kısIm eşyaları ve büstü burada sergilenmektedir. Müze ziyaretçilere açıktır.

51-KARA AHMET BEY TÜRBESİ:

Evliya Çelebinin dedesi olan Kara Ahmet Bey hakkındaki bilgiyi Evliya Çelebi' nin meşhur seyahatnamesinde Kütahya bahsinde buluyoruz. 1678 yılında ziyaret ettiği memleketi Kütahya'da dedesi Kara Ahmet Bey'in mezarının Zeryen mahallesindeki evlerinin yanında olduğunu belirtmektedir. Bu bahisten yola çıkarak mezar bulunmuş, Kütahya Belediyesi tarafından bir Türbe yapılarak 20/10/1995 tarihinde ziyarete açılmıştır.

52-VAHİT PAŞA İL HALK KÜTÜPHANESİ:

Osmanlı sarayında Reis'ül Küttab olan, ancak bilinmeyen bir nedenden dolayı azledilerek Kütahya' da oturmaya mecbur edilen Vahit Paşa 19.yy' ın ilk yarısında yetişen devlet adamlarının en önemlilerindendir. 1809 yılında Kütahya' ya gelen Vahit Paşa 1811 yılına kadar kütüphanesini kurar, 1812 yılından itibaren de halkın istifadesine sunar. Kütüphanenin ilk kuruluş yeri Ulu Caminin son cemaat yerinin girişe göre sağ tarafa düşen küçük bir odadır. Vahit Paşa, Kütahya' dan ayrıldıktan sonra da kurduğu kütüphanesine yardımını sürdürmüş, Halep ve İstanbul' dan kitaplar göndermiştir. Kuruluş kataloğunda 900 kitap bulunan kütüphane, kısa sürede 1200 cilde ulaşmış, Mevlevihane ve Molla Bey kitaplıklarının da ilavesi ile daha da artmıştır. Zaman içinde okuyucu sayısının artması, tarihi binanın rutubet alması nedeniyle tarihi el yazma ve basma kitaplar harap olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, bunlar 1981 yılında İl Özel İdaresince yaptırılan Fuat Paşa caddesinde eski Hükümet Konağı bitişiğinde bir apartmanın 4.Katına taşınmıştır. Eski yeri çini müzesi yapılmak üzere restore edilmektedir. Vahit Paşa' nın temelini attığı kütüphane, Türkiye'nin sayılı yazma eser kütüphanelerinden kabul edilmektedir. Kütüphanede 3006 yazma, 3663 eski harfli basma ve 20.000 den fazla yeni harfli kitap mevcuttur (1981 sayımı).


53-ÇİNİLİ CAMİİ:

1973 yılı yapımı olan camii, iki katlı olup içi ve dışı tamamen çinilerle kaplıdır. Orta Asya Türk Mimarisi örnek alınarak yapılan camii, tek kubbeli ve sekizgen biçimli yapısı ile dikkat çekicidir.

Kubbenin içi hat sanatı örnekleriyle süslenmiştir. Dünyada ve Türkiye' de bir benzeri olmayan camii, şehrimize pek çok hizmeti geçmiş meşhur Kütahya' lı Ressam Ahmet YAKUPOĞLU' nun şehrimizin kültür ve sanat koleksiyonuna kattığı orijinal ve müstesna bir eserdir.

Atalarımızın bizlere bıraktığı zengin tarihi ve kültürel mirası, bizim de sonraki nesillere ulaştırabilmemiz için, bir yandan da bu örnekte görüldüğü gibi yeni, ancak geçmişin zevk süzgecinden geçmiş şaheser niteliğinde eserler yapılması gereklidir.

Bu kabil eserlerin çoğalması en büyük temennimizdir.